TÜRKİYE’NİN MAKİNECİLERİ, İLKİNİ MAYIS 2020’DE YAYIMLADIĞI “TARIM VE MAKİNE SANAYİ ETKİLEŞİMİ RAPORU” ADLI ÇALIŞMANIN GENİŞLETİLMİŞ VE GÜNCELLENMİŞ BEŞİNCİ BASKISINI GEÇTİĞİMİZ ARALIK AYINDA YAYIMLAMIŞTI. TÜRK TARIM ALET VE MAKİNELERİ İMALATÇILARI BİRLİĞİ’NİN (TARMAKBİR) YAYINA HAZIRLADIĞI VE MAİB’İN YAYIMLADIĞI RAPOR, TÜRKİYE’DE TARIMSAL MEKANİZASYONUN MEVCUT GÖRÜNÜMÜNÜ ANALİZ EDERKEN, SEKTÖRÜN GELİŞİMİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ İÇİN POLİTİKA YAPICILARA ÖNEMLİ BİLGİLER SUNUYOR.
Türkiye’nin Makinecileri markasıyla yurt dışında sürdürdüğü faaliyetler ve tanıtım çalışmalarıyla sektörün bilinirliğini arttırmaya devam eden Makine İhracatçıları Birliği (MAİB), Türk makinelerinin kalitesi ve teknolojik gücünü tüm dünyaya anlatma ana hedefiyle, Türk makine sektörünün büyüme politikalarına ışık tutacak rapor ve çalışmalar ortaya koymaya devam ediyor. Bu kapsamda, 2017’den bugüne makine imalat sektörünün yerel ve küresel değerlendirmelerinden sektörel envanter araştırma raporlarına, makro pazar analizlerinden ihracat potansiyeli araştırmalarına, sektörün dış pazar stratejilerinden katma değer ve ithal girdi kullanımı analizlerine ve nihayet makine sektörünün ilişkili diğer sektörlerle etkileşimlerine yönelik 35 farklı rapor yayımlayan Türkiye’nin Makinecileri, son olarak geçtiğimiz aralık ayında, tarım makineleri sektörüne odaklanan önemli bir çalışmayı daha kamuoyunun bilgisine sundu. Türk makine sanayisinin önemli alt segmentlerinden biri olan tarım makinelerine odaklanan, tarım sektörünün makine sektörü ile etkileşimini detaylı analizlerle ortaya koyan ve politika yapıcılar için bir rehber vazifesi gören “Tarım ve Makine Sanayi Etkileşimi Raporu”, aslen 2020’den bugüne her yıl güncellenen içeriği ile MAİB’in Sektörel Raporlar Serisi içinde önemli bir yer tutuyor. Türk Tarım Alet ve Makineleri İmalatçıları Birliği’nin (TARMAKBİR) katkılarıyla hazırlanan ve ilki 2020 yılında yayımlanan raporun genişletilmiş ve güncellemiş beşinci baskısının, sadece sektör temsilcileri için değil politika belirleyici kurumların yetkilileri için de yine kıymetli bir referans olacağına inanıyoruz.
TARIM YOKSA YAŞAM YOK!
İnsanoğlunun toprakla ilişkisi bin yıllar öncesine dayanıyor. Öyle ki, medeniyetlerin gelişmesini ve insanoğlunun avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata geçişini de tarım ile ilişkilendiriyoruz. Tarımsal faaliyetler, ihtiyaçlar piramidinde en üst basamaklardan biri olan “yemek” ihtiyacını gidermesinin yanı sıra üretim, ticaret, siyaset ve inanç penceresinde de insanoğlunun zihinsel tekamülünde çok önemli bir yer tutuyor. Bununla birlikte, sanayi devriminin getirilerinden biri olan makineleşmenin tarımsal faaliyetlerdeki etkisi de uzun süredir politika yapıcılar tarafından dikkatle izleniyor. Artan nüfus ve yükselen şehirleşme oranları tarımsal hasılada düşüşlere neden olurken, iklim krizinin dolaylı sonuçlarıyla artık öngörülemeyen rekolteler; bununla birlikte süregiden jeopolitik krizler ve su kaynaklarının kirlenmesi, günümüzde tarımı her zamankinden daha stratejik hale getiriyor. Bu stratejideki kurtuluş reçetesi ise tarımsal mekanizasyon ile tarımda yeterliliğin mümkün olduğunca yüksek seviyelere ulaştırılmasından geçiyor. Geçtiğimiz aralık ayında yayımlanan ve en güncel verilerle hazırlanmış “Tarım ve Makine Sanayi Etkileşimi Raporu”, küresel mal ticaretindeki yerini her yıl güçlendiren tarım sektörü ile onun makine sektörüyle bağdaşan en önemli bileşeni tarım makineleri segmentinin güncel görünümünü, sorun başlıklarını ve çözüm önerilerini kamuoyu ile paylaşırken, politika belirleyiciler, ilgili sektörel paydaşlar ve iş dünyasının tümü için önemli içerikler sunuyor.
SEKTÖRÜN SORUN BAŞLIKLARI ÇÖZÜM BEKLİYOR
MAİB Yönetim Kurulu Başkanı Kutlu Karavelioğlu, “Tarım ve Makine Sanayi Etkileşimi Raporu”nun güncellenmiş ve genişletilmiş beşinci basımının sunuş metninde, 2001 yılında 56 milyon dolar olan tarım makineleri ihracatının çeyrek asırdan kısa bir zaman dilimi içinde yaklaşık 30 katına, yani ortalama 1,5 milyar dolar seviyesine çıkarak çok önemli bir gelişim sağladığının altını çizerken, 2001 yılında 31’inci sırada olan ve toplam ihracattan binde 3 pay alan tarım makineleri sektörünün, 2023 yılını 17’nci sırada tamamladığını ve toplamdan aldığı payı binde 15’e yükselttiğini vurguluyor. “Günümüzde dış ticaret fazlası verir hale gelen tarım makineleri sektörünün bu oranlarla yetinmek istemeyeceği açık olsa da eğilmemiz gereken sektörel sorunlar var.” diyerek devam eden Karavelioğlu, sektördeki yüksek kayıt dışılığa, çiftçilerin alım gücünün zayıflığına bağlı olarak rekabetin kaliteden fiyata dönmesi ve bu durumun kullanılan teknoloji üzerinde oluşturduğu zafiyete, nitelikli istihdam zorluklarına, markalaşma ve pazarlama kısıtlarına dikkat çekiyor ve “Kurumsallıktan uzak, yeterince Ar-Ge ve inovasyon yatırımı yapmayan, hatta pazar eğilimlerine hızlı yanıt veren kopya imalatla yetinen ve katma değeri öncelemeyen yapılar; nitelikli işletmeler için sorun olmaya devam ediyor.” sözlerini kullanıyor. Karavelioğlu, raporun önceki basımlarına yönelik tepkilerin, tespit edilen sorunlar ve ortaya koyulan çözümler konusunda sektör genelinde bir fikir birliği oluştuğunu gösterdiğini de ifade ederken, rapor içeriklerinin düzenleyici ve denetleyici kurumlar tarafından da yakından izlenmesi ve iyileştirici adımlar atılmasıyla bu sorunların aşılması konusundaki iyimserliğin arttığını dile getiriyor.
KATMA DEĞERLİ ÜRETİME GEÇİŞ ŞART!
TARMAKBİR Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Bayramoğlu ise raporun giriş bölümünde Türk tarım makineleri endüstrisinin Türkiye ekonomisine paralel olarak büyüdüğü ve üretim standartlarının yanında ürün çeşitliliği ve kalitesini de geliştirdiğine değiniyor ve “Son verilere göre 2023 yılı itibarıyla 5,5 milyar dolar üretim değerine ulaşan ve yan sanayisi hariç yaklaşık 38 bin kişiye direkt istihdam sağlayan sektörümüz, yarattığı 1,6 milyar dolar katma değerle ekonomimize önemli bir katkı sağlamaktadır. 2024 yılında yaklaşık 1,5 milyar dolar seviyesinde bir ihracat gerçekleştiren sektörümüzde, ülkemizin ihtiyaç duyduğu mekanizasyon araçlarının tamamına yakını üretilmektedir. Son 10 yılda yedi kez dış ticaret fazlası veren sektörümüzde öncelikli hedefimiz, 2 milyar dolar seviyesini aşmak ve ülke sıralamasında ilk 10’a girmektir. Ancak sektörümüzün bilgiye ve ölçek ekonomisine dayalı bir rekabete geçiş yapma zorunluluğunun da farkındayız. Bu kapsamda öncelikle firmaların ‘yeni üretim teknolojilerine sahip olması’ dikkate değer bir husustur. Üretim tarafında maliyetleri düşürecek yüksek teknoloji yatırımlarının yapılması, ürün tarafında ise Ar-Ge’ye dayanan, fikri mülkiyet hakları ile korunmuş ve marka değeri olan bir yapıya ulaşılması sağlanmalıdır. Tabii tüm bu bileşenlerin yanı sıra mesleki eğitime gereken önemin verilmesi, yerel ve küresel çapta tüm pazarlarda sektörel güncel gelişmelerin takip edilmesi de yüksek katma değerli üretime geçişte oldukça önemli bir husustur.” sözlerini kullanıyor.
TARIMDA YETERLİLİK HEPİMİZİN SORUNU
Yapılan değerlendirmelere göre, gelecekte artan nüfus ve zenginleşen orta sınıfın gıda ve kısmen enerji ihtiyaçlarının karşılanması için, bugünkünden çok daha fazla tarımsal üretim yapılması gerekecek. Agrievolution Alliance’ın daha 2004 yılında hazırladığı bir rapor, 20002050 döneminde üretilmesi gereken gıda miktarının, geçtiğimiz 10 bin yılın toplamından daha fazla olmak zorunda olduğunun altını çiziyordu. Vatandaşlarının gıda ihtiyacını bugün bile tam olarak karşılayamayan ülkelerin çoğunluğunda, nüfus artış hızındaki büyümenin süreceği tahmin edilirken, yine bu ülkelerin bazılarında, ekonomik büyümeye paralel olarak alt gelir grubundan orta gelir grubuna doğru büyük bir nüfus kayması da görülebilir. Bu da proteince zengin, daha kaliteli gıdaya olan talebin daha da yükseleceği anlamına geliyor. Gelir arttıkça gıda talebinde ve bileşiminde değişiklikler olması da muhtemel. Gelir artışının yanı sıra kentleşme, göreli fiyat değişiklikleri, teknolojik değişimler, değer zinciri gelişmeleri ve küreselleşme, diyet alışkanlıklarının değişimine ve daha kalorili ürünlerin tüketilmesine yol açıyor. İnsanların büyük bir bölümünün gelecekte daha az tahıl tüketeceği ve daha çok oranda et, meyve, sebze ve işlem görmüş gıda yiyeceği tahmin edilirken, bu gelişmenin doğal kaynaklara olan baskıyı artırması bekleniyor. Diğer yandan, enerji bitkileri tarımı, artan bir oranda gündemde yer almaya devam ediyor. Biyoyakıtlara olan politik ilginin arkasında, fosil yakıt tüketimini azaltma ihtiyacı bulunuyor ve biyoyakıtların gaz emisyonlarının düşük olması, uluslararası düzeyde destek görmelerini de sağlıyor. Bu kapsamda, tarım ürünlerinde arz/talep dengesi değişirken, arz açığının yaygınlaşacağı bir döneme girdiğimiz söylenebilir. Özellikle gelir düzeyi düşük olan bireylerin sentetik, kabul edilebilir sınırların üzerinde ilaç kalıntısı içeren, olumsuz koşullarda depolanmış hatta son kullanma tarihi geçmiş, kalitesi düşük ürünleri içeren gıda tüketiminin artacağı bu dönemde, bitkisel gıdaların temininde yaşanacak sıkıntılar, hayvansal yemde de söz konusu olacaktır. Dolayısıyla hayvansal gıdaların üretiminde yaşanması muhtemel zorluklar, gıda güvenliğini olumsuz yönde etkileyebilir, beslenme ve sağlık sorunlarına yol açabilir.
TARIMSAL MEKANİZASYON NEDEN ÖNEMLİ?
Tarım, tüm dünya nüfusu için büyük önem taşıyor. 2020 yılından itibaren küresel bir sorun haline gelen salgın dönemi sadece Türkiye için değil, tüm dünya ülkeleri için tarımın değerini ve kendi kendine yetebilmenin önemini net bir biçimde ortaya koydu. Salgın döneminde bazı ülkelerin tarım ürünlerinin ihracatını yasaklaması veya kota koyması, tüketicilerin “kalmaz” endişesiyle süpermarketlere hücum ederek gıda ürünleri stoklaması, birçok kişinin bu dönemde ilk kez evinin bahçesine, hatta balkondaki saksılara kadar domates-biber ekmesi, tarıma en uzak kesimlere bile tarımın önemini gösterdi. Bu dönemde ekilmeyen, atıl vaziyette duran araziler kısmen de olsa yeniden tarım için kullanılmaya başlanırken, yine bu dönemde bazı belediyelerin tarım konusuna özel bir ilgi göstererek, sulamadan tohum, fide, gübre gibi girdilerin teminine, ürün alım desteğine kadar bölgesindeki çiftçilere yönelik bilgi paylaşımı, proje ve hibe destek programlarını hayata geçirdiği gözlemlendi. Özetle, gıda güvenliği konusu neredeyse tüm ülkelerin ortak sorunu haline geldi. Salgın, tarımın değerini bu şekilde ortaya koymuşken aslında tarımsal mekanizasyonun önemine de dikkat çekilmesini sağladı. Günümüzde dünya nüfusunun artmasına karşın tarımsal istihdamın azalması, çiftçilikte ortalama yaşın giderek yükselmesi ve tarımsal arazilerin/su kaynaklarının azalması birim alandan daha çok verim elde etmeyi zorunlu hale getiriyor. Bu ters orantı içinde öngörülen tek çıkar yol, biyolojik inovasyonla desteklenen son teknoloji tarımsal mekanizasyon araçlarının ve elbette hassas/akıllı tarım teknolojilerinin kullanımıdır. Salgın döneminde İngiliz halkından meyve sebze toplamada yardım istenmesi haberini hepimiz hatırlıyoruz. Bu haberden yola çıkarsak, meyve sebze toplamak için tarım robotlarına ihtiyaç duyulması artık bir tercihin ötesinde bir zorunluluk haline geliyor. Kaldı ki tarımın doğası gereği oluşan zaman kısıtları, örneğin hasadın veya ilaçlamanın belirli dönemlerde ve hava şartlarında hızlıca yapılmasının zorunluluğu veya sağılan sütün bir an önce soğuk zincire girmesinin insan sağlığı için önemi, tarım için mekanizasyonu zaten zorunlu kılıyor.
TARIMSAL MEKANİZASYONUN AMACI NEDİR?
Tarımsal mekanizasyonun amacı, insan iş gücünün verimini artırarak yapılan işin maliyetini düşürmek olarak tanımlanabilir. Bu, direkt olarak birim iş için sarf edilen zamanın azaltılması veya endirekt olarak birim alandan elde edilen verimin artırılması ile gerçekleşir. Makineli tarım sayesinde insan gücünden çok daha kuvvetli olan motor gücünden istifade edilirken, örneğin beş sıralı pamuk toplama makinesinin 150 dekar tarlada 10 saatte topladığı pamuğu aynı sürede toplamak için yaklaşık 450 işçi gereklidir. Toprak işleme, ekim, dikim, gübreleme, ilaçlama, hasat, harman, nakliye gibi işlemler makine ile daha iyi yapılır. Örneğin bir taş toplama makinesi ile tarımsal amaçla kullanılamayan topraklar tarıma açılır; makineler sayesinde ürünün hasadı iklimsel şartlardan etkilenmeden, zamanında ve hızlı bir şekilde yapılır. Suyun daha verimli kullanılması için de en büyük iş yine bir tarımsal mekanizasyon ekipmanına, örneğin bir damla sulama veya bir yağmurlama sulama sistemine düşür. Tarih, traktörlerin, ekim makinelerinin ve hasat makinelerinin kullanılmaya başlanmasıyla, tarımsal üretimde kalite ve verimin nasıl yükseldiğini bize gösteriyor. Daha ileri bir seviye olarak, ekim, gübre ve ilaç normu ile verilecek su miktarını ayarlama imkânı sunan tarımsal mekanizasyon araçları ile tohum, gübre, kimyasal madde ve su tüketimi azalırken, üretim verimi katlanarak artıyor. Örneğin Hindistan’da, patates tarlalarında damla sulama yöntemi kullanılmasıyla ilgili bir proje sonucunda, üç yıl içerisinde üretim verimi ortalama yüzde 31 artarken, su tüketimi yüzde 50 azalmış ve patates çatlakları yüzde 10’dan yüzde 1’e inmiştir.
TARIMSAL MEKANİZASYONDA NE DURUMDAYIZ?
Tarihsel verilere göre ilk tarım ekipmanını (pulluğunu) 1861’de Bursa’da, ilk traktörünü 1955’te Ankara’da üretmeye başlayan Türkiye’de, sektörün ihtiyaç duyduğu tarımsal mekanizasyon araçlarının tamamına yakını imal edilebiliyor. Bununla birlikte bu konuda istisnalar da var: Örneğin satış adetleri bakımından üretimi rasyonel olmayacak ürünler, çok büyük tarımsal arazilere ve işletmelere uygun kapasitede traktörle çekilir veya kendi yürür makineler ile çok yüksek seviyede mühendislik içeren makineler, özellikle akıllı tarım ekipmanları ya çok düşük bir seviyede imal ediliyor ya da ihtiyaçlar ithalat yoluyla sağlanıyor. Sektörde 2022 yılı itibarıyla ithalatın iç pazarı karşılama oranı, genel makine endüstrisinin oranının (yüzde 65,4) altında, yüzde 19,5 olarak gerçekleşirken, bu değere göre tüm makine sektöründe ithalata en az bağımlı ikinci alt sektörün tarım makineleri olduğu da söylenebilir. Sektörde ulaşılan konum dış ticaret verileri üzerinden değerlendirildiğinde ise daha ölçülebilir sonuçlara ulaşabiliyoruz. Buna göre, 2000’lerin başında 20 ila 30 milyon dolar seviyesinde ekipman, 30 ila 40 milyon dolar seviyesinde traktör ihracatı yapan ve dış ticaret açığı veren Türk tarım makineleri endüstrisi, bugün 1,5 milyar dolar seviyesini aşan ihracatıyla dış ticaret dengesini kurmaya hatta kayda değer bir ölçüde fazlasını vermeye başlamış durumdadır. Bu değişim, ülke sıralamasından da izlenebilir: 2001 yılında 31’inci sırada olan ve toplam dünya ihracattan binde 3 pay alan Türkiye, 2022 yılını 17’nci sırada tamamlamış ve toplamdan aldığı payı yüzde 1,6’ya yükseltmişti. Bununla birlikte sektörün daha fazla gelişim göstermesi, öncelikle iç pazarın (yerel tarımsal işletmelerin) bu gelişime uygun makine talebinde bulunmasına bağlı. 2020 yılı kasım ayında yapılan bir saha araştırması sonucuna göre, ülkemizde her yıl 100 tarım işletmesinden 17’sinin traktör/ ekipman, 10’unun sulama sistemleri yatırımı yaptığı, endüstriyel bitki tarımında bu oranların biraz daha fazla olduğu, büyük tarım işletmelerinde bu oranın iki katına çıktığı anlaşılmıştı. Diğer yandan Türkiye’deki tarımsal yapı, tarımda gelişmiş ülkelere göre olumsuz olarak nitelendirebileceğimiz bazı farklılıklar da gösteriyor: Örneğin mevcut arazi ölçeklerinin durumu, tarım arazilerinin genellikle küçük parsellerden oluşması, ayrıca bu parsellerin de bir arada olmayıp oldukça dağınık bir şekilde bulunması, ortak makine kullanımındaki yetersizlikler ve özellikle çiftçilerin alım gücünün düşük olması, yurt içi talebin de orta-düşük teknolojili ve düşük kapasiteli makineler üzerinde yoğunlaşmasına, bu da katma değeri düşük bir üretime sebep oluyor. Daha yüksek katma değerin yolu ise daha yüksek teknolojiden geçiyor. Ancak, Türkiye’deki tarımsal işletme sayısına ve pazar büyüklüğüne göre oldukça fazla sayıda olan firmaların önemli bir kısmı kaliteden/teknolojiden çok fiyatta rekabeti ön plana çıkarıyorlar. Bu haksız rekabet faaliyet kârlılığını düşürürken, düşük kâr marjları da doğal olarak Ar-Ge faaliyetleri başta olmak üzere nitelikli teknoloji kullanımını, nitelikli istihdamı, markalaşma ve pazarlama harcamalarını azaltıyor. En nihayetinde, bu fasit döngü, firmaların genel olarak işletme sermayelerinin yetersiz olması ve altyapı yatırımlarının yetersiz kalmasına neden oluyor.